1 Aralık 2020 Salı

life is what u feel..


 "yaşamın, kendi kendine ağırlık haline getirdiğin şeylerin altında ezilmenin süreci olacak.


yaşamı 'hafifçe' yaşayabilseydin, yaşamın olayları da uçup giderler, sana yük olmazlardı - ama o zaman da, uçucu, boş olurdu yaşamın. bu yüzden, yaşadığın her olayı 'ağır'laştıracaksın; ki uçup gitmesin, omuzuna çöksün; sen de onun yükünü taşıyasın.

yaşaman, yaşamın yükünü yüklenmen olacak.

yaşam, yükleneceğin yüktür.

yaşamın, yükündür."

oruç aruoba

9 Eylül 2020 Çarşamba

tek tobacı mı, cift torbacı mı?


 iki cocuk bir markette kasada torbaları torbalamayla gorevliymis.


biri sabah uyanmıs:
lanet olsun yagmurlu bi gun demis uyanır uyanmaz. surat asa asa ise gitmis. bir musteri gelmis. zoraki torbaları doldumus. bir torba agır olmus. yolda giderken yirtılmıs. torbaları zar zor musterinin evine bırakmıs. geri donmus soylene soylene.

oteki sabah uyanmıs:
oh mis gibi yagmur, her taraf nası mis kokuyor, tadına doyum olmaz demis. gule oynaya ise gitmis. musterinin torbalarını guleryuzle doldurmus. agır olan torbaları "cift torba" yapmıs. eve kadar bırakmıs torbaları. harika da bir bahsis kapmıs.

hayatta "tek torbacı" mı, "cift torbacı" mı olmak istiyorsun?
hayat secimlerindir. her alanda.

19 Ağustos 2020 Çarşamba

miss Dalloway

 virginia woolf-miss dalloway

i was early twenties when i first read it. years went by, the world has changed, time has changed and i changed. before i was feeling like the world was collapsing on my head, so much pain, so much. now i see the opportunity in every difficulty, the sweetness in every bitterness, the hope and sun getting up each morning with me:) i am thankful to God who never left me and to life who made me better:) never ever loose hope. there is always sth to be thankful. u dont have all the problems of the world. and when there is misery i always look for the beauty. because there is always, always some beauty left😄

virginia woolf s last letter

 


dearest,
i feel certain that i am going
mad again: i feel we can't go
through another of these terrible times.
and i shant recover this time. i begin
to hear voices, and cant concentrate.
so i am doing what seems the best thing to do. you have
given me
the greatest possible happiness. you
have been in every way all that anyone
could be. i dont think two
people could have been happier till
this terrible disease came. i cant
fight it any longer, i know that i am
spoiling your life, that without me you
could work. and you will i know.
you see i cant even write this properly. i
cant read. what i want to say is that
i owe all the happiness of my life to you.
you have been entirely patient with me &
incredibly good. i want to say that-
everybody know it. if anyboy could
have saved me it would have been you.
everything has gone from me but the
certainty of your goodness. i
cant go on spoiling your life any longer. i dont think two
people
could have been happier than we have been.
v.

22 Temmuz 2020 Çarşamba

past:))

"kardeşim, biriciğim
bazı yaralar yararlıdır buna inan,
bazı yaraların ortasında küçücük bir el,
sanki geçmişe çiçek uzatır,
bazı yaralardan sızan kanla,
tüm geleceğin yıkanır."
didem madak

hep sıfırdan baslamaktan bahsederler. beyaz yeni sayfalardan.
hayat sıfırdan baslamaz. devam edilir. devamında yeni seyler eklersin.
o gecmis sensin. o senin yasanmıslıkların, anıların, duyguların. onlara sahip cık.
ama bugununu golgelemesine izin verme. arana mesafe koy. asırı icsellestirme.

gupgunaydın;)

10 Temmuz 2020 Cuma

happiness is a method of life


saat sabaha karsı 4:58. vh1 acık. cici cici, hayat dolu muzikler calıyor. istanbul uyumus. sessiz. tum sehir bana ait sanki.

"baska su an yok."

su an tam da bu anın ne kadar kusursuz oldugunu dusunuyorum.
icimde ""neseli bir huzur" var.
gecmise baktıgımda bircok "iyi ki"m ve "seviyorum"um olmus. iyi ki..
gelecege baktıgımda bircok "iyi ki"m ve "seviyorum"un olacagını biliyorum.
yasamayı seciyorum. onume sonsuz secenek koysalar hicbir kısmını degistirmeden gene kendi hayatımı alırdım.
sabah yine gunes dogacak. yine kuslar cıvıldıcak.

"baska su an yok."

iyi ki..

seviyorum....

13 Mayıs 2020 Çarşamba

brida-to love where u are

bi gezgin dag bayir gezerken akarsuyun icinde degerli bi tas bulur. sonra yolda ac bi adamla karsilasir. adamla yemegini paylasir. adamin gozu degerli tasa takilir, gezginden onu ister. gezgin adama hediye eder. adam bosina konan talih kusundan memnun aceleyle ordan uzaklasir. artik bir omur kendini maddi guvenceye almistir.


aradan birkac gun gecer adam gezgini yolda durdurur:-bu tasin cok degerli oldugunun farkindayim. sana geri vermek ve senden daha degerli bi sey almak istiyorum. bu tasi rahatlikla bana vermeni saglayan o icindeki sey neyse ondan istiyorum:)

1 Mart 2020 Pazar

hug


kaldırımda oturmus aglıyordum.
yanıma geldı.
-topun patladı dıye mı aglıyorsun?
konusmaya basladık.
yan mahallede oturuyormus. benle aynı ılkokula gıdıyormus ama o oglencıymıs, ben sabahcıyım, o yuzden karsılasmamısız. cok arkadasın var mı dıye sordu. hıc arkadasım olmadıgını soyledım. ben senın arkadasın olurum dedı, hem ben cok sadık bır arkadas olurum, hıc kalbını kırmam, bı kere bılem.. bunusoylerken gururla dıklestı.
sonra hemen gelıyorum dedı, ortadan kayboldu.
bıze karamellı ıkı tane kornet dondurma almıs.
orda gulumsemeye basladım. bı seylerın bıtıp... bı seylerın basladıgı yerde..
:)

-benı cok sev.
-ok. olmus bıl..:)

29 Şubat 2020 Cumartesi

denge

gürül gürül çağlayan şelalenin altında bir oyukta otururken onu uçuruma düşmekten korumak bahanesiyle daha da yanına sokuldum. her ne kadar gözlerinde korkunun en ufak bir belirtisini görmesem de “korkma” dedim. “ben yanındayım.”
dipsiz orman yeşili gözlerini devirip bana baktı. “korkmuyorum.” dedi. önümüzdeki eşsiz manzaraya bakarak “ne kadar güzel değil mi?” diye de devam etti.
gerçekten de öyleydi. sıra sıra ağaçların arasından aşağıya doğru uzanan kıvrımlı, çoşkulu bir nehir ve suyun kenarlarında yer yer birikmiş sapsarı yapraklar vardı. suyun hemen döküldüğü yerde küçük bir gökkuşağı bile oluşmuştu. yağmur yoktu fakat sanki hava yağmurluymuşçasına başımıza çiğ taneleri düşüp bizi ıslatıyordu. hep suyun saçlarını olduğundan daha zayıf gösterdiğini düşünüp söylenirdi. bu kez yapmadı. önümüzde o kadar güzel bir resim uzanıyordu ki ikimizde bu anın büyüsüne kapıldık ve gözlerimizi alamadan etrafı izledik. bir ara yaşanan bu anın gerçekliğinden kısa bir süre de olsa şüphe ettim.
“öyle.” diyebildim. aklıma ilk gelen şey bu olmuştu. o da aldırış etmedi.
çantasından bir kitap çıkardı ve bana uzattı. “şu kısmı okur musun?”
kitabı alıp ne ile ilgili olduğunu anlamaya çalışırken “bir adamın mektuplarıyla ilgili” dedi. “şu kısmı dikkatimi çekti.” diye devam etti ince parmaklarını sayfaların arasında gezdirirken.
onun gösterdiği sayfayı okumaya başladım.
“bana kalırsa içinde bulunduğumuz evren kusursuz bir denge üzerine kurulmuş. yanlış hatırlamıyorsam daha önce var olan her şeyin kendi içerisine bir zıtlık barındırdığından bahsetmiştim.”
sesimin çatallaştığını farkedip kısa ve sessiz bir öksürükle sesimi yeniden düzeltince devam ettim.
“ancak şimdilerde fark ediyorum ki bu bahsettiğim zıtlık aynı anda var olabiliyor. yani acı ve tatlı, güzel ve çirkin, gülmek ve ağlamak, sevmek ve nefret etmek birbirlerinin var olma nedeni olduğu gibi ayırması atomdan bile daha zor şekilde yekpare olmuş kavramlar.”
onun benden okumamı istediği satırları okurken bir yandan da ona farkettirmeden göz ucuyla onu süzüyordum. yüzünde hüzünlü ancak mağrur bir ifade vardı. gözleri neredeyse ıslaktı.
“tıpkı akşam sofraya koymak için hazırladığımız o güzel sulu, tuzlu, baharatlı, patatesli, soğanlı yemeğe daha yapım aşamasında şeker eklemek, pastaya azıcık da tuz eklemek gibi. ya da sinir krizi geçirirken gülmek, mutluluktan ağlamak, taparcasına sevdiğin halde aynı anda nefret etmek gibi. duygular birbirlerinin var olma, değerli olma halini yaratırken aslında negatifleriyle de çözülmesi imkansız bir düğüm atmış oluyorlar. işte tam da bu yüzden evrenimiz, şahane kurgulanmış bir denge içerisinde salınıyor. o yüzden biz de bu dengeye saygı duymak ve hatta hayalini kurduğumuz hayatı yaşayabilmek için aynı hassasiyetle davranmak ve dengede durmalıyız. erkekler ağlamaz, kadınlar gülmez, çocuklar gürültü yapmaz gibi küçüklükten kafamıza sokulan saçma sapan fikirler yüzünden belki daha en başından denge duygusunu kaybediyoruz.”
okumayı yarıda kesip “kim demiştin bu adam?” diye sordum. cevap vermeden eliyle devam et anlamına gelen bir işaret yaptı. bir süre onun yüzüne bakarak bana söylemek istediği bir şey olduğunu ama bu söylemek için bu karmaşık yöntemi seçtiğini düşündüm. yine de okumaya kaldığım yerden devam ettim.
“sonrası malum, hayat boyunca oradan oraya nereye düşeceği belli olmayan bir yaprak gibi savrulup duruyoruz. henüz bugün, bir restoranda tanıştığım arkadaşım burak’la oradan ayrıldıktan sonra bunları konuşarak yürüdük. açıkçası beni çok etkilediğini söylemem gerekiyor. ilk başlarda hiçbir insanın bu kadar naif olamayacağını düşündüğümden kendisine pek güvenemedim. bir film de duymuştum, bir şey iyi olamayacak kadar güzelse o şey yalandır. yine de içimden bir ses söylediği için mi bilmiyorum, gecenin bir yarısı, hiç tanımadığım bir adamla, ıssız sokaklarda yürümeye devam ettim. hatta zaman zaman onun o neredeyse insanı sinirlendiren naiflik perdesini yırtabilmek için acımasızca provakatif şeyler de söyleyerek üzerine de gittim. peygamber dostu ile tanıştığını, benim de onunla tanışmam gerektiğini, bu yüzden en kısa zamanda adıyaman’a gitmemiz gerektiğini söyledi. sanırım bu dost yüz yılda bir dünyada var oluyormuş. şanslıymışız ki bu yüzyılda türkiye’ye nasip olmuş. burak bana ne kadar günahkar olduğundan, nefsini kontrol edemediğinden, hatta bu konulara girerek kafamı şişirmek istemediğinden bahsederken ben konuyu yeniden, bilerek ve isteyerek peygamber dostuna getirdim. bana onunla tanıştığında içini gördüğünden ve bizim için büyük bir şans olduğundan ve onunla tanışmasının kendi kaderinde yazılı olduğundan bahsetti. burayı çok uzatmak istemiyorum. fakat ne gariptir ki bana uydudan görüşmeyi uygun bulmadığını, kaderleri benzeyen insanların tanrı tarafından yan yana getirildiğini, eğer o isterse yeniden birgün biryerde yan yana geleceğimizi söyleyip bana daha önceden tarif ettiği evinin tam tersi istikametinde yanımdan uzaklaştı. köşeyi dönene kadar arkasından baktım. açıkçası onunla yeniden görüşebileceğimizi sanmıyorum. biliyorsunuz, tanrı’ya inanmadığımdan değil, insanlara inanmadığım için. fakat olurda ileride birgün onu yeniden görürsem ya da tanrı onu benim yanıma bir yere oturtursa bundan size haber veririm.”
“burada yazılanların gerçek olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordum. aslında niyetim bu soruyu sormak bile değildi. neden bütün bunları bana okuttuğunu anlamaya çalışıyordum.
“bilmiyorum” dedi dudak bükerek. “belki de gerçektir.”
her ne kadar istediğim cevabı alamamış olsamda istemeyerek okumaya devam ettim.
“şimdilik az önce bahsettiğim denge meselesi hakkında biraz daha konuşmak istiyorum. hayatın kendisinin yaptığımız seçimlerden ibaret olduğu söylenir. bu fikre katılmakla birlikte şu noktada noksan bulduğumu söylemeliyim. yaptığımız bu seçimler az önce bahsi geçen dengeyi sağlamaktaki en baş aktör sayılabilir. yani gittiğimiz yol, bir teraziye benzeyen yaşamı bir yöne eğebiliyor. uzay-zamanın bükülmesini bilemeyeceğim ancak hayatın kendisinin bu şekilde nasıl bükülebildiğine defalarca şahit oldum. halbuki bana kalırsa mesele, başarılı olmak, zengin olmak, sağlıklı olmak, yardımsever olmak gibi insanlarca iyi bilinen şeylerde ya da tam tersi olaylarda dengede kalabilmekten ibarettir. çocukluk yıllarında annesi tarafından fazla steril ortamda büyütülen birisinin ilerleyen yıllarda mikroplara karşı düşük dirençli olması yüzünden sık sık hasta olması, başkalarının iyiliğini kendisininkinden fazla umursayan bir şahsın aynı ilgiyi göremeyince insanlara karşı güveninin sarsılması, aşırı zenginliğin insanları para hırsı yüzünden daha bencil ve diğerlerine karşı umursamaz yapması, ömrü başarılarla geçmiş birisinin bir süre sonra başkasının başarısına sevinemeyecek kadar kıskanç olması gibi sayısız örnek verilebilir. anlaşılacağı gibi evrende kusursuz bir denge var. bu hem gezegenler gibi devasa boyutlarda geçerli, hem de bizim sefil hayatlarımızda. gördüğüm kadarıyla bu dengeyi ne kadar koruyabilirsek ki bu konuda evren de bize kesinlikle yardım ediyor, o kadar mutlu oluyoruz. çünkü bazen o son kadehi içmemek, o son lokmayı yememek, o son sözü etmemek gerekiyor.”
kitabı kapattıktan sonra kısa bir sessizlik oldu. okuduklarımın ne anlama geldiğini düşündüm. yüzüne baktım. bana gülümsüyordu.
“ merak etme” dedi. “bazen okuduklarımızın, dinlediklerimizin, izlediklerimizin tek anlamı, yaşanan o anı daha güzelleştirmek olabilir. her şeyin bir amacı olduğunu düşünmek fazlaca küstah bir düşünce olmaz mıydı?”
onun ince, karakteristik sesiyle yaptığı, anlaşılması güç bu açıklaması sadece aklımdaki soru işareti sayısını ve merak duygumu arttırdı. tek yapabildiğim daha önce pek düşünmeden söylediğim ve muhtemelen onun daha söylediğim anda komik bulduğu o alakasız kelimeyi yeniden ve yine pek düşünmeden ve yine tam da onun yine komik bulacağı anda söylemek oldu.
“korkma” dedim. güldü.
“neden korkayım ki?” dedi. “sen yanımdaysan hiç bir şey beni korkutamaz.”